Ortak bir arkadaşımızın doğumgününü kutlamak için dışarı çıkmıştık o akşam. O, mekana bizden önce gelmişti. Merhabalaştık. O kadar. Son görüştüğümüz anda kalmayıp daha da geriye düşmüştük. Gecenin başlarında tutmaya çalıştı kendini, kontrol etmeye çabaladı. Ben de ondan yana bakmamaya özen gösteriyordum. Ama arkadaşım söyledi, “Sana bakarken gözleri parlıyor, öyle hayran hayran bakıyor ve birden sanki dürtülmüş gibi bakışlarını kaçırıyor” diye. Ben de bakmasam bile hissediyordum tabii, ben tutuk o benden tutuk. Grupça fotoğraf çektiriyoruz, yanıma denk düşüyor ama sarılmayı bırak dokunamıyor bile. Gecenin başında çektirdiğimiz tüm fotoğraflarda iki sepet gibi yanyana durmuşuz öylece...
Nedendir bilmem – belki benim de kasmayı bırakmamla alakalı olabilir – rahatladı, daha sık yanıma gelip daha uzun süre kalmaya başladı. Sıradan sohbetlerimiz uzarken, görüşmediğimiz günlerde birbirimizin neler yaptığını merak ettiğimizi, sorduğumuz sorularla itiraf ettik. Bir ara garsondan hesabı istediğini duydum. “Ne oldu? Gidiyor musun?” dedim, demedim aslında ağladım daha ziyade. Gülerek, “Hayır ne münasebet, beraber çıktık bu akşam, beraber kalkacağız” dedi. “Yaşasııınnnnnn” dedi kalbim, “Hesabı istediğini görünce kalkıyorsunuz sandım” diyebildi dilim.
Bir yanda her notasında ayrı bir hatıra barındıran şarkılar, karşımızda ışıl ışıl boğaz, diğer yanda da o ve ben, yan yana nihayet! Bir müddet sonra birer ikişer grup dağalmaya başladı, arkadaşlar ertesi gün işi bahane ederek evlerin yolunu tuttu. Biz de. Evim, onun yolunun üzerinde. O yüzden aynı taksiye binmemiz ve onun beni eve bırakması kimseye garip gözükmedi, ben hariç. Evimin önüne geldik, kapıya kadar geçirir ve taksiye geri döner diye içimden geçirirken, bir baktım birlikte asansöre binmişiz! Ne bir ses ne bir nefes, tek kelime etmedi. Ben de suskun, önüme bakıyorum. Zaten bizim apartmanın asansörü neye benziyor diye kime sorsam “Tabut” cevabını alıyorum, daracık olmasının yanında bir de yavaş! Beşinci kata takriben ellibeş dakikada çıktıktan sonra evin kapısını açtığımdaki rahatlamamı tarif etmem mümkün değil...
Allahtan, tek gergin ben değilim. O da mehteran takımı tadında bir adım ileri iki adım geri eve giriyim mi, hadi girdim salona geçiyim mi havasında duruyor holde. Sonunda bir cesaretle, “Ben böyle geldim ama...” diyebildi. O “ama” havada, ikimizin arasında, görünmeyen bir iple asılı durdu bir müddet. Ben içimdeki gerginliği yansıtmamak adına umarsamaz bir tonla, “Yani? İlk defa geliyor gibisin...” dedim. O ise bütün samimiyetiyle, “Öyle hissediyorum çünkü... Elim, ayağım birbirine karıştı” dedi ve o an, herşeyin kırılma noktası oldu. O an ben de, zaten beceremediğim umursamaz rolü bir yana bırakıp, “gerçek” duygularımı onunla paylaşmaya karar verdim. Ama konuyu nasıl açacaktım? Yaz, deseler tamam, onu yaparım ama ya yüzyüze konuşmak? Zor.
Kahve eşliğinde sohbet ederken, ben esas hikayenin etrafından dolanarak mevzuya “insanın kendisini bırakmasından” girdim. Birlikte olduğumuz dönemde kontrolümüzü kaybettiğimiz komik anları deştim önce. Onun pek yok, hatta hiç yok. “Gerçi sen benim kontrolü bıraktığıma, kendimi anlattığıma şahit oldun. Bunun sebebi sana güvendiğim ve yanında rahat hissettiğim içindi...” dedim. “Oysa onca zaman senin bir kere bile kendini bıraktığına ya da herhangi bir duygunu benimle paylaştığına şahit olmadım” diye devam ettim. Bir şey demedi, öylece baktı.
Özlemiş, söylemedi ama anladım. Özlemişim, söylemedim ama anladı.
Biraz vakit geçince konuşabildi ve “Benim derdim kendimle, hayatı kaçırıyormuş gibi hissediyorum. O yüzden ilişkide bir yere kadar ilerliyorum ve sonrasında bocalayıp kendimi geri çekiyorum” dedi. “Korkuyorum” diye duydum ben. “Elimde değil, beceremiyorum” diye ekledi. Taa gözlerinin içine baktım, “Ben de bunu; hem yan yana durup hem de hiç nedensiz birbirinden uzak hayatlar yaşamayı beceremiyorum” diyemedim, sadece sustum.
Kahvesini bitirince birlikte ayağa kalktık. Kapıya kadar geçirdim, sıkıca sarıldı önce, sonra da yanaklarımdan öptü. Başımı kaldıramadım, bakışlarımla rastlaşmasın diye... Ancak kapıdan çıkıp geriye döndüğünde gördü gözlerimi.
Hoşçakal, dedim. Gitti. Bitmeliydi. Bitti.
Lerzuş der ki; olur da bir gün bir arkadaşınız size buna benzer bir hikaye anlatırsa, ona “En hayırlısı olmuş bak, korkaklarla zaman kaybetme, sen daha iyilerini, senin kıymetini bilenleri hakediyorsun” ve benzeri laflar etmeyin. Çenenizi kapatın ve sadece sarılın ona, sıkıca sarılın... Çünkü emin olun, arkadaşınız bunları zaten biliyor ve hergün kendine hatırlatıyor.