8 Şubat 2013 Cuma

Saygı vs Sadakat

Özellikle son dönemde kadınların bile(!) eşlerini, sevgililerini aldatma hikayeleri bu kadar çok gündeme gelince, ister istemez “sadakat” konusu daha fazla tartışılır oldu.

Kadınların bile diyorum, çünkü uzun zamandır erkeklerin “doğası gereği” çoğalma içgüdüsüyle farklı tenlere “ihtiyaç” duymalarının “normalliği” tüm toplumlara empoze edilmeye çalışıldı ve daha kötüsü de bunu kabullenen kesim hiç azımsanacak gibi değil... Ama ben erkeklerin aldatması normal mi, doğal mı, değil mi, ne oldu da kadınlarda böyle bir eğilim başladı, gibi konuları deşmeyeceğim burada.

Benim niyetim daha çok insan ilişkilerinde sadakat beklentisinin saçmalığından ve aldatmanın yegane yönteminin başka biriyle yatmakla olmadığından bahsetmek! Sadakatten ziyade saygı duymak, saygı göstermek gibi değerlerin tartışılması gereken yerde neden sadakate takılıp kaldık, onu hiç anlamadım ya zaten...

Ne demek istediğimi daha açık ifade edebilmek için sizden, şimdi okuyacaklarınızı kafanızda canlandırmanızı isteyeceğim.

Diyelim ki bir kadın var, ismi Ayşe. Bir de kocası/sevgilisi olsun, adı Ali. Epey zamandır süren, mutlu bir birliktelikleri var. Çift, bir akşam bir davete gidiyor. Orada çok hoş bir hatunla tanıştırılıyorlar; Ali’nin tüm dikkatini cezbeden esmer güzeli bir Leyla. Kokteyl boyunca Leyla, Ali’ye olan ilgisini hiç gizleme gereği görmüyor. Ali’nin gururu okşanıyor haliyle. Leyla bir iş bahanesiyle onları tanıştıran ortak arkadaşlarından Ali’nin telefonunu alıyor. Davetin ertesinde Ali’yi arıyor ve iş çıkışı birşeyler içmeye davet ediyor.

Leyla’nın telefonuna oldukça şaşıran Ali, Leyla’nın “masum” görünümlü teklifini kabul ediyor büyük bir heyecanla. Ayşe’ye nasıl bir bahane uydursam diye düşünürken heyecanı daha da katmerleniyor. Lineer düşünen ve yaratıcılıkta maalesef sınır tanıyan her erkek gibi, klasiklerden olan iş yemeği bahanesini kullanıyor ve uçarak Leyla’yla buluşmaya gidiyor. Leyla’nın bakışı, sesi, kokusu, kahkası, herşeyi onun alışık olduğu “güvenilir” dünyasından, kısacası Ayşe’sinden o kadar farklı ki... Cezbine kapılmaması neredeyse imkansız. Dakikalar su gibi akıyor, Ali hiç eve dönmek istemiyor, Leyla da bu arada evinin buluştukları kafeye ne kadar yakın olduğundan ve Ali’nin müzik zevkine hitap eden müthiş caz albümü koleksiyonundan bahsediyor. Ali’nin kafasında deli sorular.... Bir tarafta, yanında kendi gibi olabildiği, onu belki de kendisinden bile iyi tanıyan, güvendiği, sevdiği, alıştığı Ayşe’si... Diğer tarafta ise keşfedilecek yepyeni bir dünyası, Ali’yi heyecanlandıran gülüşü, teni, kokusu ile Leyla...

İşte tam burada yol, ikiye ayrılıyor...

Birinci Ali, Leyla’nın peşine düşerse kaybedeceklerini düşünür; düzeni bozulacak, belki Leyla’yla sürmeyecek, öylesine bir gece için Ayşe’nin beraberinde sağladığı koşulları kaybedecek. Hayatı şaşıcak, huzuru kaçıcak kısacası... Böyle düşünen birinci Ali kibarca, Leyla’nın o takdire şayan özgüvenini de zedelemeden kadını reddeder ve bildiği, alıştığı yere, Ayşe’nin yanına döner. Yaşadığı bu gizli yarı-kaçamaktan aldığı hazla o akşam Ayşe’yle bi’ farklı sevişir. Gözünün önünde Leyla’nın kara gözleri, kulağında onun boğuk sesi ile hayalindeki Leyla’nın beyaz, yumuşak tenini arar Ayşe’de, bulur da... Sabah olur, Ali bi’ farklı uyanır, Ayşe ise aynı. Birlikte kahvaltı eder, evden çıkıp ofislerinin yolunu tutarlar. Her gün nasılsa öyle... Ayşe, dün gece Ali’nin aklından, içinden, kalbinden geçenlerin kendisiyle hiç bir alakası olmadığını bilmeden yaşamaya devam eder... Eskiden nasılsa öyle... Ali, erkek arkadaşlarıyla olan buluşmalarında bahseder Leyla’dan ara ara, Leyla’yla ikisinin en çok sevdiği caz parçaları çaldığında aklına düşer, gözü dalar, eli telefona gider ama arayamaz, yine aklında Leyla’yla Ayşe’sine dokunur, ama o kadar işte...


Ali’mizin ikinci versiyonu daha gözüpek olsun, terazinin iki gözünü düşünmesin, hesap yapmasın, ne kazanırım ne kaybederim demeden, düşsün Leyla’nın peşine. Bu sefer gerçekten gözünün önünde Leyla’nın kara gözleri, kulağında onun boğuk sesi ile Leyla’nın beyaz, yumuşak tenine dokunsun... Sonra bildiği, alıştığı yere, Ayşe’sinin yanında dönsün. Neden bu kadar geciktiğini açıklayan birkaç ekstra yalan söyleyip yatsın. Yatsın yatmasına da uyuyamasın. Ayşe’nin gözlerine bakamasın. İçi içini yesin. Bütün gece dön baba dönelim şekilde uyumaya çalışırken sabahı zor etsin. Kahvaltıda Ayşe’yi alsın karşısına ve dün geceyi anlatsın. Pişmanım, desin. “Seni artık daha az sevdiğimden değil ama bu monotonluktan, bu güvenli alandan bir an olsun çıkmak istedim, beğenilmenin, başka bir kadın tarafından arzulanmanın heyecanına kapıldım. Bunu yaşadıktan sonra gözlerinin içine baka baka hiçbirşey olmamış gibi yapamadım. Seni aptal yerine koyamadım. Bil ve ona göre karar ver istedim” desin.

Şimdi soru şu: Ali’lerden hangisi sadakatsiz? İkinci Ali mi sadece? Evet, ikincisi aldattı. Aldattı çünkü “gerçekten” yattı Leyla’yla, öyle mi? Ya birinci Ali? Onun yaptığı daha mı iyi, daha mı dürüst?

Bu hikayeyi niye yazdım? Amacım, örnek vakalardan yola çıkarak hayali de olsa kimseyi yargılamak değil. Benim derdim; doğduğumuzdan bu yana ailemizden duyduklarımızdan, çevremizde gördüklerimizden, izlediğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan etkilenip kendimizi, küçücük dünyaların içine hapsetmeyelim. Basmakalıp yaptırımlara pabuç bırakmayalım. Oturup, düşünelim, dönüm noktalarına geldiğimizde seçtiğimiz yolu “neden”, “hangi değerler” yüzünden seçtiğimizi fark edelim. Körü körüne, hiç sorgulamadan bazı değerlerin peşine katıp kendimizi, hayatımızı harcamayalım...

İnsan düşünen, hisseden, her zaman mantığını değil çoğu zaman egosunu, duygularını takip eden bir varlıksa eğer, yüzde yüz sadakat gösteremez. Aksiyona dönüştürmese bile aklından, içinden geçirebilir. Hayal edebilir, o hayali yaşayabilir, kimi zaman hayalini yaşatırken sizi adice sömürebilir, kullanabilir ve bunları yaparken sizin onurunuzu hiçe sayabilir. Bunlar sadece “hayal ürünü” olduğu için onurunuzun, haysiyetinizin korunduğunu düşünmek saçma değil mi?

İnsan düşünen, hisseden bir varlıksa ki öyle, ilişkilerinde sadakati aramasa, onun yerine saygının peşine düşse daha mutlu olmaz mı?

Lerzuş der ki; illaki sadakat bekliyorsanız, köpek besleyin! İlişkilerin “olmazsa olmazı” her zaman saygıdır. Sevgi bile, saygının olmadığı bir ilişkide yeşeremez..